7 Temmuz 2017 Cuma

Selim'in Korkusu


Selim korkuyordu. Çok korkuyordu.

Gençliğini düşündü. Ne kadar korkusuzdu. Korkusuz muydu gerçekten?

O günlerde geleceğe inanıyordu, güzel günlere inanıyordu, insanlığa inanıyordu, insanlara bile inanıyordu. Güvende olduğunu düşünmüyordu. Yaşamında tanıdığı korkusuz bir kişi varsa,  abisi olmalıydı, Selman olmalıydı kuşkusuz. En zor dönemlerde elinden geleni yapmış, çevresi için bir ışık, gelecek için bir umut olmaya çalışmıştı. Selim de elinden geleni yapmıştı ama Selman'ın yaptıklarını yapmayı, yaşadıklarını yaşamayı göze alamamıştı. Belki Selman onu kendisinden bile iyi tanıyordu. "Sen uzak durmalısın bu işlerden" demişti. "Yalnız kendine değil, başkalarına da zarar verebilirsin. Oysa bana anlattıklarını bu toprakların güzel insanları için bir ışık olacak bir dille yazmayı başarabilirsen, onlara inanamayacakları kadar büyük bir güzellik gönderebilir, yaşamlarında yeni yollar açabilirsin." Selim başına gelebileceklerden korkmamış mıydı, başına neler gelebileceğini anlamamış mıydı? Nedeni ne olursa olsun, abisinin söylediklerini yapamamıştı. Yitirilmiş yıllardan sonra, ancak yapayalnız kaldığında yeni bir başlangıç yapmaya çalışmıştı.

Selim korkuyordu. Çok korkuyordu. Selman kırk yıl önce 1 Mayıs'ta Taksim'deyken orada, onu götürmeyen abisinin yanında olmadığı için çok daha fazla korkmuştu. Kendisi yaşamın çalkantılı dünyasına katıldığında da işlerin içinde olduğu sürece olabilecekleri fazla düşünmüyordu. Ama yalnız kaldığında, hele son yıllarda sürekli yeni korkulara kapılmaya başlamıştı. Selim'in Selman için hep endişelendikleri çocukluk dönemlerinde silahlar patlıyor, insanlar ve kahveler taranıyor, bombalar atılabiliyordu. Yine de olayların dışında kalanlar, kendilerini bir ölçüde güvende hissedebiliyorlardı. Çatışmalar belirli alanlarda sürüyordu. Oysa şimdi, neredeyse hiçbir kural kalmamıştı.

Yaşamı boyunca çektiği acıları düşündü. Önce sevilmemekten korkmuştu, sonra Selman'ı yitirmekten. Yine de umutlu olmanın, yaşamanın bir yolunu bulabilmişti. Geleceğin güzel olacağına inanmayı başarabilmişti. Şimdi? Şimdi de inanıyordu. Ama bunun bedelinden korkuyordu. Kendisi için değil, hiçbir şey yapacak gücü yoktu zaten. Bütün içtenlikleriyle, sıcaklıklarıyla, sevgileriyle, umutlarıyla kendilerine doğru gelen bir yön bulduklarında yollara dökülen gençler için korkuyordu. Suruç'ta yaşanan patlamayı düşündü. Kaç genç ölmüştü orada? Sonra Ankara Garı geldi aklına. Bir garın tarihine böyle büyük bir acı bulaşması ne kadar acıydı. Sonrasında da ne çok olay olmuştu. Peki sorumlular bulunmuş, topluma güven verilmiş miydi?

"Kaç genç ölmüştü orada?"

Ne kötü bir soruydu bu. Belki de yetkililer de insanları sayılar olarak gördükleri için böyle kolayca alabiliyorlardı bu toprakları sonu belirsiz acılara götürebilecek kararları. Hukukla ve adaletle sağlanacak güvenliği önemsemiyor, kuralsızlıkla ve güç kullanarak yalnızca kendi çıkarlarının peşine düşüyorlardı. Peki bu işleri yapanlar, bu sistemsizliğin kendi çocuklarının bile geleceğini kararttığını bilmiyorlar mıydı?

Selim korkuyordu. Çok korkuyordu. Selman'la, sonra kendi yaşadıklarıyla bitmemişti acıları. "Niçin böyle acımasızca cezalandırılıyor insan olmak?" diye sordu bir kez daha. Son yıllarda gençlerin üzerinde yoğunlaşan baskılar için çok üzülüyordu. Gençler yaşlılara inanmamayı, yaşlılar gençleri sevmeyi öğrenebilir miydi?

Selim toplumların ancak ortak bir adalet bilinciyle birlikte yaşayabileceğine inanıyordu. Belki de tek yapılması gereken, bu kavramı her türlü kişisel çıkar kaygısının etkisinden uzak tutabilmek, güçlüyü değil korunması gerekenleri korumanın yollarını bulmaktı.

Selim korkuyordu. Çok korkuyordu. Adalet isteyen milyonlarca insana akıl almaz saldırılar yapılmasından korkuyordu. Geleceğin karanlık olmayacağını biliyordu, ama yeterince acı yaşanmıştı. Yeni acılar olmamalıydı. İnsanlar birbirlerini güven, mutluluk ve umutla kucaklamanın yollarını bulmalıydı.

"Adaleti korumanın, sağlıklı bir hukuk sisteminde barış içinde yaşamanın yolu nedir?" diye düşündü. Geçmişin uzun tartışmalarında bu soru için buldukları yanıtları hatırlamaya çalıştı. Aklına yalnızca anlaşmanın, ortak kararlara varabilmenin ne kadar zor olduğu geldi.

Selim korkuyordu. Çok korkuyordu. Adalet isteyen milyonlarca insana akıl almaz saldırılar yapılmasından korkuyordu. Yine de onların yanında olması gerektiğini düşündü. Selman ve eski dostları geride kalmıştı. Yeni, henüz nereye gideceğini bilemeyen, ama geçmişin ışıklarını kendi düşlerinde yaşatan genç arkadaşlarının yanında olmalıydı. Onlar için çok korkuyordu. Bir acıyı daha yaşayacak gücü yoktu.

"Orada olursam, binlerce kişinin yaşamını almış karanlık güçler yine çılgınca bir saldırı düzenlerse, belki de bu kez ben olurum giden. Geride kalarak gidenlerin acısını bir kez daha yaşamak zorunda kalmam." Kalması için bir neden var mıydı? Melda? Sima? Genç dostları? Gizli umutlar? Yaşamla sözcüklerle, ışıkla, sesle, dokunarak, koklayarak, tadarak kurulabilecek bir bağ? Bir neden var mıydı? Kalmalı mıydı? Gitmeli miydi?

Adalet isteyen yurttaşlarının sesini duymayan, onların güvenliğini sağlamayan bir devlet, çöle dönüşmüş bir bahçeden başka ne olabilirdi? O devletin bir geleceği olabilir miydi?

....

 Selim uzun yürüyüşün fotoğrafına baktı. Adalet arayan milyonlarca insanın adalete ulaşmasını,  akıl almaz saldırılar olmamasını umdu. Yanlarında olmak istedi. Öyküsünü okumadan evden çıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder